Bir şehrin hafızası yıkılarak değil, hatırlanarak yenilenir; gerçek dönüşüm betonun değil, insan bilincinin içinde filizlenir.

Şehrin hafızası, binlerce insanın hatırasıyla örülmüştür. Caddeler, sokaklar, kaldırımlar, köşebaşları, duvarlar… Kime neleri hatırlatır? Kimlerin ne hatıraları saklıdır?

Bir çocuğun ilk adımları, tutunduğu duvarlar, bir dedenin baston sesini yankılatan kaldırımlar… Hepsi bir şehrin kalp atışıdır aslında.

Her Şehrin Bir "Affan Dede"si Vardır

Sonra sokağın köşesini tutan eski bir bakkal… Bu bakkal sadece bir şeyler satmamış, bir şeyleri tartmamıştır; binlerce umudu palazlandırmış, binlerce hayali gerçekleştirmiştir.
Bir çocuk elinde tuttuğu çikolatayla çıkmıştır onun kapısından, zafer kazanmış bir komutan gibi. Bir başkası koltuğunun altına aldığı plastik bir topla, bir diğeri avucuna doldurduğu cıncık bilyelerle…

Cahit Sıtkı’ya “Affan Dede’ye para saydım / Sattı bana çocukluğumu” mısralarını yazdıran Affan Dede, Karacaahmet Mezarlığı karşısındaki küçük bir bakkal dükkânının sahibidir. Her şehrin bir Affan Dede’si vardır aslında. Bu bazen Bakkal Kazım Amca olur, bazen de Çolak İsmail Abi…

Ne ki gün gelir, o dükkânlar, o kokular, o sesler bir bir çekilir hayattan. Bazen yel eskitir, bazen sel kepitir (yıkar), bazen de deprem çökertir onları. Şöyle böyle kaybolurlar. Yaşlanan şehirlerin kaçınılmazı bu! İyi bakılmazsa şehirler de çürür gider. Ne hafızaları kalır ne hatıraları…

Peki ya o sesler, o kokular, o tebessümler nereye gider?

Bilince Saplanan Mızrak: Yeni Binalar

Kentsel dönüşüm iyi niyetle başlatılmış önemli bir proje kuşkusuz. Doğal afetlere karşı daha korunaklı evler yapmak gerekir. Ne ki kentsel dönüşüm için vurulan kazmalar ve kepçeler sadece eski yapıları değil, şehrin hafızasını da yerle bir eder. Her yeni boy veren beton bina, şehrin bilincine saplanan bir mızraktır.

Bu mızrak, sadece bir yapıyı değil, geçmişe uzanan duygusal bağı da yaralar. Her yeni bina, binlerce hatıranın yıkımı üzerinde yükselir. Binlerce insanın kişisel tarihine ışık tutan yapılar yok olmuştur.

Kentsel Dönüşüm Mü Kitlesel Bilinç Kaybı Mı2

Ev'den "Kutu"ya, Avlu'dan "Site"ye

Eskiden “ev” denilen şey, insanın içini ısıtırdı. Şimdi evler, yalıtılmış ruhlarla dolu birer kutu. Pencereler dışarıyı değil, karşı binayı gösteriyor. Avlular, kapı önleri, birbirine seslenen sıcacık, candan insanlar yok.

Kapı önlerinde oturan teyzelerin sesiyle dolu sokaklar, şimdi yalnızca otomatik kapıların soğuk sesiyle yankılanır. "Avlu" kelimesi unutulmuş, "site" sözcüğü yüceltilmiş. Komşuluk, sıcak bir el sıkışı değil, “bina yönetmeliği” maddesine dönüşmüştür.

Bu, insanın mekânla kurduğu duygusal bağın kesilmesidir. Mahalle kavramı çözülür; yavaş yavaş birer “proje alanı”na dönüşür. Soğuk yüzlü beton binalar çoğaldıkça insanın samimiyeti, şehrin sıcaklığı azalır.

Sitelerin ortasına konmuş birkaç kamelya, ortaklaşa oturmak için değil, önce davranan ailenin kapıp yerleşmesi içindir. Çocuklar da birlikte oyun oynamayı değil, güvenlik kamerasına el sallamayı öğrenir. Ve şehir, çocuk sesini değil, asansör mekanizmasının metal uğultusunu duyar artık.

Osmaniye’nin Yıkılan Hafızası: İki Kayıp Salon

Dönüşümün ardında kitlesel bir bilincin kaybı vardır. Ortak değerleri ifade eden, ortak kullanım alanlarının yıkımı daha derin izler bırakır. Yüzlerce etkinliğin yapıldığı yapıların yıkılıp yerine yenisinin yapılmaması, sadece fiziksel değil, kültürel bir yıkımdır.

Osmaniye’nin binlerce kültürel etkinliğine ev sahipliği yapan Atatürk İlkokulu Müsamere Salonu ya da en son adıyla Atatürk Ortaokulu Çok Amaçlı Salonu yıkıldı ve yerine bir salon yapılmadı. Bir zamanlar Osmaniye’deki kültürel etkinliklerin merkezi olan bu yapı artık sadece hatıralarda yaşıyor. O salonlarda yankılanan çocuk kahkahaları, alkış sesleri, şiir ezgileri şimdi sadece fotoğraflarda donmuş birer yankı.

Depremle zarar görüp yıkılan Ahmet Şekip Ersoy Kültür Merkezi de öyleydi. Dilaver Cebeci’lerin, Abdurrahim Karakoç’ların şiir okuduğu Güneysu Şiir Şölenlerinin yapıldığı bu yapı çok kıymetliydi. Eğer yerine yenisi yapılmazsa bu durum, yıkımdan da büyük bir yıkım olur: çünkü bir binanın çöküşü sadece betonun değil, belleğin de çöküşüdür.

Dönüşüm Yıkmak Değil, Korumak İçin Yapılsın

Bugün elde yalnızca fotoğrafları kalan birçok tarihi ve kültürel yapı, kentsel dönüşüm adına yok olmuş durumda. O fotoğrafların arkasına yazılmış “Burada bir şu yapı vardı” cümlesi, belki şehrin son bilinci olacak.

Bir şehir, yalnızca taşla değil, tanıklıkla yaşar. Şehrin tanıkları kentsel dönüşüme kurban edilmemeli; aksine bu yapılar restore edilerek yeniden yaşatılmalıdır. Sadece binalar değildir tanıklar. Şehrin yaşlı ve kıymetli ağaçları da korunmalıdır. Bir duvarın dibinde büyümüş, onlarca yıla tanıklık etmiş ağaçlar, şefkatle sarılmayı hak eder.

Bu ağaçlar, beton binalar için kurban edilmemelidir. Çünkü her ağaç, bir parça şehrin vicdanıdır ve sessizce hatırlatır: Dönüşmek yıkmak için olmasın; dönüşmek, korunmak ve korumak için yapılsın.

Asıl Dönüşüm Bilinçte Başlamalıdır

Asıl kentsel dönüşüm, binalarda değil, insanda başlamalıdır. Betonun değil, bilincin yenilenmesi gerekir. Çünkü şehirleri yeniden inşa etmek kolaydır; fakat bir hafızayı, bir bilinci yeniden uyandırmak... İşte o, asıl dönüşümü ister.

Şehri değiştirmek değil, onu yeniden anlamak gerek. Ancak o zaman bir şehir, gerçekten yeniden doğabilir.