Taşın ve Toprağın Çığlığı: Onarım Bekleyen Kültürel Miras

Taşın ve toprağın sessiz çığlığı; kültürel miras… Şehrin ruhu, hafızası ve kimliği; bu tescilli yapılarda yaşar. Geciken her restorasyon, tarihten kopan bir parçayı olur ve kaybolur. Mirasa sahip çıkmaksa geleceğe nefes vermektir!

Abone Ol

Şehirleri yeniden inşa etme telaşıyla insan, elinin altındaki en değerli hazinelerden birini çoğu zaman görmezden geliyor: kültürel mirası. Oysa bir şehrin tarihine, belleğine ve dokusuna ait kültürel öğeler, sadece taş ya da ahşap yığınları değildir. Onlar, kuşaktan kuşağa aktarılan birer emanet; geleceğe dikkatle taşınması gereken kimlik parçalarıdır.

Yakılan, yıkılan, çöken eski değerler; şehrin geleceğe olan bakışını da sağlıksız hâle getirir. Çünkü eskiyi bilmeyen yeni, kökleri olmayan yenilik, gerçek anlamda “yenilik” olamaz; yalnızca boşlukta asılı duran bir form hâline gelir.

Tescil Bir Kalkan, Restorasyon Bir Nefes

Bu nedenle şehirlerin kıymetli mimari unsurları “Bu eser, korunması gerekli tescilli kültür varlığıdır” ibaresiyle tescillenir. Ancak tescil, yapıyı yıkımdan korur; fakat kendi kendine ayakta tutamaz. İlgisizliğin oluşturduğu ikircikli hâl, bu değerlerin sessizce kaybolmasına yol açar. Aslında bu levhalar, bir binayı değil; şehrin geçmişle bağını temsil eder.

Restorasyon, geçmişten geleceğe uzanan bir damar yolu gibidir. Yıpranmış bir yapıya yapılan her müdahale; toplumsal hafızaya yapılan bir takviyedir. Ne kadar çok tarihî yapı hayata dönerse, geleceğe dair güvenimiz ve şehrimizle kurduğumuz bağ da o kadar güçlenir.

Kültürel ve Tabiat Mirası: İki Kanat

Osmaniye de yalnızca tarihî yapılarıyla değil; fıstık çamlarının süslediği dağları, narenciye kokan ovaları ve eşsiz doğal dokusuyla bir bütündür. Nasıl ki bir tarihî yapının tuğlası kutsalsa, Aslantaş’ın kıyısından akıp geçen Ceyhan Nehri’nin çevresi, Zorkun Yaylası'nın florası da aynı titizlikle korunmalıdır.

Kültürel miras ve tabiat mirası, bir şehrin kimliğini ayakta tutan iki temel sütundur; biri ihmale uğradığında, diğeri de zarar görür.

Gecikmenin Maliyeti: Yıpranan Duvarlar, Kırılan Çatılar

Bugün Osmaniye’de, depremin sarsıntısına rağmen ayakta kalmayı başarmış fakat bir türlü restore edilememiş birçok tescilli yapı bulunuyor. Restorasyon için gerekli irade ve hız yakalanamadıkça, bu yapılar sessiz ama kesin bir yıkıma doğru sürükleniyor.

Bu eserler için doğanın tahribatı devam ediyor. Çatısı hasar görmüş, pencereleri kırılmış yapılara sızan yağmur; ahşap kirişleri çürütüyor, taşıyıcı duvarları zayıflatıyor. Her yağmur damlası, adeta yapının ömründen bir yıl eksiltiyor.

Bu yapılarda çatlaklar genişliyor, sıvalar dökülüyor; varsa demir donatı paslanarak taşıyıcı malzemeyi genleştiriyor ve daha büyük hasarlara yol açıyor. Doğal bir erozyon yapıları sürekli aşındırıyor.

Sahipsiz bırakılan bu yapılar, büyük bir güvenlik tehlikesi oluşturuyor. Uzun süre kendi hallerine bırakıldıkları için hırsızlığa, vandalizme ve amaç dışı kullanıma açık hâle geliyor. Bu durum hem fiziksel hem de kültürel kayıpları derinleştiriyor.

Bugün düşük bir maliyetle restore edilebilecek bir yapı, birkaç yıl sonra çok daha büyük bir bütçeyle bile kurtarılamayacak hâle gelebiliyor. Çünkü gecikme, basit bir onarımı ağır bir yapısal müdahaleye dönüştürür. Hatta bazen yapıyı tamamen kaybettirir; bu da mirasın özgünlüğünün geri dönüşsüz biçimde yitirilmesi demektir.

Salih Sefa Yazar Evi, Osmaniye Konağı ve Sancaklı Camii

2006’da kamulaştırılan Salih Sefa Yazar Kültür Evi, 2008 yılında Osmaniye Belediyesi tarafından restore edilen ilk tarihî konaktı. Osmaniye Evi olarak hizmet vermesi amaçlanan yapı, açılışta verilen sözlere rağmen bu misyonu tam olarak yerine getiremedi.

Osmaniye Konağı’nın restorasyonuna 2013 yılında başlandı. DOĞAKA desteğiyle 2021’de tamamlanan konak, Envar-ul Hamit (Büyük) Camii’nin karşısında çok değerli bir konumda bulunuyordu. Restore edildikten sonra kültürel ve turistik faaliyetlere kazandırılması bekleniyordu; fakat o da verilen sözlerin gerisinde kaldı. Belediyeye ait bir birimin kullanımına verilmesiyle kapılarını halka açamadı ve depremde hasar alarak yeniden kullanılamaz duruma geldi.

Buna karşın, aslına uygun biçimde yeniden inşa edilen Osmaniye Sancaklı Camii 2020’de ibadete açıldı ve son yıllardaki en başarılı restorasyon örneklerinden biri oldu. Depremde zarar gören Yedi Ocak İlkokulu ve Envar-ul Hamit Camii için yürütülen çalışmalar ise sürüyor. Umarız kısa sürede bu değerli eserler de aslına uygun biçimde hizmete açılır.

Peki, üzerinde “Bu eser, korunması gerekli tescilli kültür varlığıdır” levhası bulunan onlarca yapı ne zaman restore edilip halkın hizmetine sunulacak? Bunun yıllardır bir karşılığı olmadı, hâlâ olacak gibi de gözükmüyor. Tarihi Mehmet Eminler Konağı'nda çıkan yangını yürekleri ağızlara getirmişti bu değer de ortadan kalkacak diye. Gerçi bu korku henüz geçmiş de değil. Bir zamanlar Osmaniye’sinin tarihi yapılarının en güzeli olan “Sırakonaklar” gibi, bütün bu değerler de restore edilmeşse sırra kadem basabilir.

Kültürel Değerleri Kurtarma Vakti

Restorasyon bir lüks değil; vazgeçilmez bir zorunluluktur. Deprem sonrası nasıl yeni yaşam alanları inşa etmek için seferber olunmuşsa; şehrin hafızasını temsil eden tarihî eserleri korumak için de aynı kararlılığın gösterilmesi gerekir.

Kültürel miras olan yapılar bugün “Korunması Gereken…” yazan levhalarla duruyor. Eğer bunlara gereken restorasyon yapılmazsa yarın “Korunamadı…” başlığı altında ibareler eklenerek acı birer hatıra olabilirler.

Kültürel ve doğal varlıklara sahip çıkmak, bugün hayati bir önem taşıyor. Özellikle depremi yaşayan, depremde birçok kültürel dokusunu kaybeden şehirler için bunlar korumaya alınması gereken ve özenle üzerine titrenmesi varlıklardır. Çünkü Osmaniye’nin tarihi yapıları oldukça az ve oldukça da kıymetli. Osmaniye’yi depreme dayanıklı modern yapılarla donatmak madalyonun bir yüzü; diğer yüzünde de geçmişin ruhunu taşıyan yapıların ve doğasıyla nefes olan yerlerin olması gerekir. Bu iki yön olursa bir şehir yaşanabilir bir alan olur.